Pazartesi

Gerçek, burada bir yerde..

(agos, 14 ekim 2011)
Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin geçen hafta gerçekleştirdiği Ermenistan ziyareti, beklendiği üzere soykırım meselesini yine gündeme oturttu. Sarkozy ziyareti sırasında Türkiye'nin artık soykırımı tanıması gerektiğini söyledi.Fransa'da soykırımın inkarın suç sayan yasanın ne zaman yürürlüğe gireceği yönündeki soruya ise şöyle bir yanıt verdi: "Türkiye gibi büyük bir ülke tarihinin karanlık sayfasını kabul etmeli. Takvime gelince, kimseye ültimatom vermek, takvim koymak gibi bir pozisyonumuz olamaz. 1915'ten 2011'e kadar geçen zaman zaten bu konuda beklenenin yapılması için yeterince uzun bir zaman. Fransa, Türk kamuoyu ve hükümetinin tepkisini bekleyecek. Ama bir yanıt alamazsa hızla davranmamız lazım. Cumhurbaşkanlığı dönemi sona ermeden inkâr yasasını gündeme getiririz"
Sarkozy'nin açıklamaları Türkiye basınında -yine-beklendiği üzere bilindik, alışıldık reaksiyonlarla karşılandı. Ancak bu sefer bu reaksiyonları çiğleştiren bir ayrıntı da eklenmişti. Sarkozy'nin kısa boyuna imada bulunarak "Boyundan büyük laflar etti" gibi sığ bir yaklaşım, bu yılın yeniliği oldu. (7 Ekim Habertürk, -o iğrenç bıçaklanmış kadın fotoğrafının altındaki manşet-: Boyundan büyük laf etti; 8 Ekim Vatan: Boyunu aştı; 8 Ekim Hürriyet: O sözler oy için mi?)

Konuya genel yaklaşıma geçmeden önce şu boy meselesine bir göz atmakta fayda var. Elbette ki bir insanın fiziki özellikleriyle alay etmek falan, bunlar yanlış, çirkin işler. Koca koca gazeteler bunu bilmiyor olamaz. Peki neden böyle oluyor? Bu esasen Hürriyet gazetesinin 1990'larda oturttuğu bir anlayış..Resmi görüşe ters düşen fikirlerin sahipleri ile her şekilde alay etmek mübahtır diye bir mantık. Aynı manşetler o zamanki havaya ters düşen kim varsa onun için de atılmıştır. Bu kah Ahmet kaya olur, kah Talabani, kah Barzani, kah bir solcu, kah bir Yunanistan politikacısı, kah Bir Ermeni siyasetçi.. Bu, aslına bakarsanız  manşeti atanı küçük düşürmektedir ama, kim takar.. Onlara göre sözkonusu olan resmi görüş ise, gerisi teferruattır. Mevcut durumda Habertürk ve onu takip eden diğer gazeteler de buna güveniyor olmalılar. Çünkü bunun yaptırımı yoktur,basın örgütleri harekete geçmez, kimse alenen sizi eleştirmez, sizin kanırtan köşe yazıları yayınlanmaz. Bu çark böyle sürer gider. Ancak biz arada sırada bir iki sızlanırız, o kadar.
Gelelim olayın özüne. Ne zaman Fransa (ya da ABD) böyle bir adım atsa ezbere iki reaksiyon verilir: a) oy  hesabı için yapıyorlar b) önce kendilerine baksınlar. İkinciden başlayalım. Elbette ki bu ülkelerin tarihlerinde karanlık hem de epey karanlık sayfalar var. Ve elbette ki bu yüzden çok daha ciddi boyutlarda hesap vermeleri gerekebilir. Ancak bizdekine benzer bir inkar politikaları yoktur, mevcut durumda.  Fransa'da bir üniversitede "Cezayir'de Ne Oldu?" diye bir konferans düzenlendiğinde herhalde demokrat olma iddiasındaki hükümetin önemli bir üyesi kalkıp da "Bizi sırtımızdan hançerliyorlar" demez. Aydınlar bir özür dileme kampanyası başlattığında ülkenin -ileri demokrasi aşığı- başbakanı "Herhalde onlar  bir kusur işlemişler ki özür diliyorlar" demez. Daha doğrusu deniyordu ama muhtemelen bundan 30-40 yıl önce. Benim verdiğim örnekler ise tazedir.
Dolayısıyla bu kategorideki itirazlar hayli zayıf kalmaya mahkum. Oy hesabı meselesine gelirsek. Evet elbette ve maalesef oy hesabı için yapılıyor bunlar. Sarkozy'nin samimi bir biçimde bu davaya inandığı için bu sözleri ettiğini düşünecek kadar saf değiliz. Her ülke -maalesef- reel politik dengelere göre bu meseleyi kah kurcalıyor, kah kurcalamayı bırakıyor. Sahiplendiklerinde  son derece kuvvetli ahlaki argümanlarla hareket ederken gördüğümüz ülkeler, perde arkasındaki pazarlıklar sonucu konuyu gündemden indirdiklerinde bu argümanların izi bile kalmıyor. Bunları görmeye alışkınız. Ve zaten herhangi bir ülkenin bu konuyu sahiplenmesi olayın gerçekliği için -en azından kendi adıma konuşayım- bana bir argüman, kanıt sunmuyor. Gerçek çünkü, burada bir yerde. Orada olan ise tehdittir, zorda gördüğü ülkeyi köşeye sıkıştırmadır, istediğini elde ettikten sonra konuyu yüzüstü bırakmadır vs. Ancak bu tip gelişmeler önemsiz de değildir, konunun uluslararası bir boyutu olduğunu göstermesi açısından kayda değerdir.
Ne diyorduk, Sarkozy. Evet, hatta şunu da hesaba katalım. Sarkozy'nin bu son adımının arkasında ticari anlaşma kaygıları da olabilir. Aynen söylendiği gibi Fransa Ermenistan'a yeni nükleer santral kurmak için de böyle bir çıkış yapmış olabilir. Bunlar da var. Bu, mesela, Türkiye hükümetlerinin de bazı ülkeleri "susturmak" için ticaret kozunu kullanmasıyla eşdeğerdir ve gayet iyi biliyoruz ki Türkiye herhangi bir konuda bu cins bir adım attığında basınımız bunu alkışlarken başka bir ülke böyle işler yaptığında tu kaka olur. Dolayısıyla evet, bu da olabilir ve bizim bunlara da zaten karnımız tok.
Ama yine işin özüne inemedik sevgili basın ve resmi görüşün hükümette olan ve olmayan sivil/yılmaz savunucuları. Tamam, Sarkozy ve diğer ülkeler (mesela ABD) bunları oy hesabı ile yapıyorlar. Bunda sizinle hemfikirim. Fransa'da mesela 500 binlik bir Ermeni nüfusundan bahsediliyor. Oy hesabı olmasın da ne olsun. Fakat tam da bu noktada bu saptamayı bir adım ileriye taşımak gerekmiyor mu? Bu kadar Ermeni Fransa'da ne arıyor? Niçin oraya gitmişler? ABD'de niçin o kadar Ermeni var?  Bu sorulara samimi bir yanıt bulduğumuz zaman, sevgili resmi görüş sözcüleri, bu oy hesabı meselesi de açıklığa kavuşmuş olacak. Yok bulamazsak; siz, seçmenleriniz ve okuyucularınız bir retoriğin içinde bile bile dolanıp duracağız hep beraber.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder