Çarşamba

Uçurum kenarında yürütülen Kürt politikası..

(agos, 10 ekim 2014)

IŞİD güçlerinin Kobane’ye yönelik saldırısını genişletmesi ve HDP’nin “destek için sokağa” çağrısı yapmasıyla 20’ye yakın insanın hayatını kaybettiği, 6 ilde sokağa çıkma yasağı ilan edilen, Türkiye’nin birçok kentinde göstericilerin polis ve milliyetçi gruplarla karşı karşıya geldiği zor bir gün yaşadık. Günün sonunda Hükümet’in pozisyonu siyasal Kürt hareketinin Kobanê vesilesiyle şantaj yaptığı yönündeydi ve bu tabloya cevabı “misliyle karşılık veririz” demek oldu. Bu zor günü merkeze alarak, yaklaşık 1 aylık Kobanê direnişinin neleri ortaya çıkardığına bakmaya çalışacağım.
-AKP açısından: bilhassa son bir haftalık durum ortaya koydu ki, AKP tüm hesaplarını Kobanê’nin düşmesi üzerine yapmıştır. “Ya düşmezse” diye bir hesabı, neredeyse yok gibi. Başbakan Davutoğlu’nun “IŞİD için hareket geçeriz ama hedef Esad olmalı” yönündeki açıklamaları, durumu özetledi. Türkiye’ye gelen PYD lideri Salih Müslim’e de “Esad’a karşı koalisyona katılması” yönünde telkinde bulunulduğu anlaşılıyor. Erdoğan’ın “Bizim için IŞİD neyse PKK da odur” sözlerinden de AKP’nin Suriye’de tehdit altında olan Kürt kantonlarına  hiç de hayırhah bakmadığı ve bir şekilde başlarına bir şey gelirse pek memnun olacağı sonucunu çıkarabiliyoruz.
AKP’nin bu politikasında sanıyorum iki motivasyon var: İlk olarak Esad karşıtı koalisyona –yeterince- katılmadıkları gerekçesiyle Suriye’deki Kürt muhalefetine belli ki bir hınç duyuluyor AKP çevrelerinde. Yaşananlara bir nevi bu durumun/algının intikamı olarak da bakmak mümkün. Açıkçası Suriye’deki PKK’ya yakın ya da uzak Kürt muhalefetinin Esad karşıtı koalisyona ne ölçüde katıldığı ya da katılmadığı yönünde –okuduklarım dışında- bir kanaate sahip değilim. Ama şöyle bir kanaate sahibim. Bunları söyleyenler belli ki Suriye’deki Kürt azınlığın Baas ve Arap milliyetçisi rejimden ne çektiğinden bihaber insanlar. Yakın tarihte “vatandaş” bile sayılmayan, daha 10 yıl önce Kamışlı’da rejimin saldırısına maruz kalan Kürtlerin Esad rejimiyle işbirliği yaptığını söylemek, Kürtlerin AKP ile işbirliği yaptığını söylemekten farksız. İkisi de Kürt meselesini ve Kürtlerin bu karanlık coğrafyada bir çıkış arama çabalarını anlamaktan uzak, “efendi”lik taslayan bakış açıları.
Dolayısıyla ikinci motivasyona geliyoruz. Türk devletinin reflekslerini devralan AKP’nin sınırda Öcalan çizgisine yakınlık duyan bir kanton istemediği de  belli oluyor. Kobanê’nin düşmesini seyre dalmaları, bir yandan da her durumda üste çıkmaya çalışan tavırlarıyla “İnsani yardım yapıyoruz daha ne yapalım. Hem tezkereye karşı çıkan siz değil misiniz?” demeleri hayret verici, doğrusu
Bu motivasyonlarla hareket eden AKP’nin, Kürt hareketinin “Kobanê” hassasiyetini ve ısrarını anlamadığını mı düşünmeliyiz, yoksa anlamazdan geldiğini mi? Galiba ikisi birden. ABD başkentinde konuya gayet vakıf olunduğunu ortaya koyan Biden’ın sözleri, bir nevi malumun ilanı oldu. Türkiye’de AKP dışında kalan kamuoyu ve Kürt hareketi uzun süredir “IŞİD ile ilişkiyi kesin” diyor. Bu ilişkinin sürmesinin ve Kobanê’nin düşmesinin Türkiye’nin iç barışı açısından önemli bir yara açacağını söylüyor. Ancak AKP’nin tavrı “Yardım ettiğimizi de nereden çıkarıyorsunuz?” cevabı oluyor. Ve başta da söylediğimiz gibi bütün hesaplarını Kobanê’nin düşmesi üzerine yapıyor. Burada karşımıza bir de Türk devletinin “Kürt” algısı ve oyunu çıkıyor.
Öncelikle AKP,  önemli miktarda Kürt oyu almasına rağmen “Türk” egemenliğinin partisi gibi davranmaktan kendini alamıyor. Şöyle diyelim: eğer “Türkiye” partisi iseniz, tüm toplumun partisi iseniz size haber: Kürt vatandaşlarınızın canı yanıyor. “Bir şey yapın” diyorlar. Üstelik de kantonu düşürecek olanlar insanlık dışı yöntemlerle bir şeriat düzeni kurmaya çalışan bir örgüt. Türkiye buna rağmen bu feryadı duymuyor. Duymadığı gibi neredeyse buna istihza ile bakıyor. Dolayısıyla ilk olarak, “Kürt” vatandaşlarını hala bu ülkenin vatandaşları olarak görmüyor.

İkinci olarak: AKP ta en başından beri yaptığı gibi çözüm sürecini “uçurum kenarında” yürütmeye devam ediyor. Bunu da şöyle izah edeyim: AKP daha doğrusu Erdoğan ve Davutoğlu birçok konuda olduğu gibi bu konuda da “karşı tarafı” maksimum taviz vermeye, hayati talepleri blöf olarak görüp son ana kadar karşı tarafı bu taleplerden vazgeçmeye zorlayan, geri adım atıldığında “bakın gördünüz mü?” demeyi seven, olmayınca da “iyi madem öyle olsun” diyen, bu tip kritik meseleleri Tahtakale’deki uyanık bir toptancı zihniyetiyle yürütmeyi benimseyen bir çizgide. Süreci de bugüne kadar  böyle getirdiler. Her talebi son ana kadar beklettiler, Kürtlerin illa sokağa çıkmasını, ya da açlık grevi, ölüm orucuna gitmesini, yani canlarını ortaya koymasını beklediler. Bunlar olmadıkça, yani hem kendisi hem de karşı taraf uçurum kenarına gelmedikçe adım atmadılar. Bu, bana kalırsa AKP pragmatizminin en çiğ ve en “efendi”lik taslayan yanıdır. Özellikle bu açıdan, yani Kürtlere bakış açısından  klasik Türk devletinden önemli bir farkları yoktur. AKP’nin karmaşık ve  bırakın Türkiye’yi, dünyaya da pek güven vermeyen “uyanık” Ortadoğu politikası bir yana, asıl mesele bence budur.
Genel manzara açısından: İlave olarak bir de şunu gördük. Gerek Güneydoğu’da Hizbullah yanlısı güçlerin mobilize olabilmesi, gerekse İstanbul’da Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı semtlerde milliyetçi kalkışmaların linç girişimlerine varabilmesi, gerek güvenlik güçlerinin barışçı gösteriler karşısında da takındığı müsamahasız tavır, ve gerekse Güneydoğu’da tankların hemen sokağa çıkabilmesi; hem devlet, hem de toplumun bağrında hızla harekete geçebilecek bir faşizmin/”olağanüstü hal”ciliğin yattığını ve Kürt meselesinde çözüm için çok uğraşmamız gerektiğini gösteriyor.
Velhasıl IŞİD, hem devlet, hem Hükümet, hem de “çoğunluğun” derinlerinde hayli karanlık bir şeylere karşılık geliyor, gelebiliyor. Kimi zaman zihniyet, kimi zaman ise gördüğü “iş” açısından. Böyle de ciddi bir meselemiz var.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder