Cuma

Derin devlette devamlılık esas mıdır?

(agos, 13 aralık 2013)

AKP-Cemaat kopuşu (artık kopuş demek daha doğru sanırım) muhtemelen bilmediğimiz ya da  tahmin ettiğimiz ama kanıtlayamadığımız birçok gelişmenin belgelerle önümüze gelmesini sağlayacak. Öyle görünüyor. Bilhassa cemaat cephesindeki tavır, restleşmede vites düşse de bu konunun kolay kapanmayacağı yönünde. Manzara, siyasi bir gücü olmayan cemaatin, eğer AKP bunu hesaplayarak kendisini  küçümsüyorsa, başka güçleri olduğunu göstererek AKP’yi zorlamaya çalışacağı yönünde.
AKP cephesi de boş durmuyor elbette. Dersaneleri kapatmak, MGK belgesini yayınlayan Taraf Gazetesi yazarı Mehmet Baransu hakkında üç koldan suç duyurusunda bulunmak gibi zecri tedbirlerin yanında, son dönemde yapageldiği üzere cemaati devlet içinde devlet, milli irade karşıtı bir güç, derin bir odak olarak sunmaya, böyle imalarda bulunmaya gayret ediyor. Bu teori belli açılardan doğrudur.  Ancak hikayemiz bu kadar basit değil. Geleceğiz o konuya.
Tüm bu tablo içinde Yüksekova’da olanları, taraflar pozisyonlarını çek etmek için kullandılar desek herhalde abartmış olmayız.Hatırlanacağı üzre  PKK’lılara ait mezarların tahrip edilmesi üzerine Yüksekova’da başlayan protesto gösterileri iki kişinin polis tarafından öldürülmesi ile sonuçlanmış, güvenlik güçleri büyük çaplı bir operasyona hazırlanırken 4 asker kaçırılmış, bu askerler hemen ertesi gün serbest bırakılmış ve kaçırma işinin bölgedeki yerel insiyatiflerce gerçekleştiği ortaya çıkmıştı. Bilhassa PKK’lı olmadıkları ortaya çıkan iki esnafın polis tarafından yargısız infaz denebilecek bir operasyonla öldürülmesi, (ki bu sayı sonradan 3’e yükselmiştir) kimi göstericilerin silah kullandığı yönündeki iddialar, yeni bir durumla karşı karşıya olduğumuzu ortaya koymuştu. Tüm bu olanlarda çözüm sürecini, ruhunu zorlayan bir durum gözlendi.
Bu tablo üzerine gerek AKP, gerekse Öcalan, “birileri”nden bahsettiler. AKP, “provokasyon” açıklamasıyla PKK, Öcalan ve AKP iradesi dışında bir gücü kastederken, Öcalan da “paralel devlet” diyerek yine devlet içindeki –AKP olmayan- bir gücü  ima ediyordu. Öcalan ve PKK’nın daha önceki açıklamalarından bu “paralel devlet”  ile büyük ölçüde “cemaat” ile çakışan bir gücün ima edildiğini biliyoruz. Dolayısıyla gerek Hükümet çevreleri, gerekse Öcalan kanadı bütün bu olup bitenlenlerden cemaati ve kim olduğunu bilmediğimiz ama çözüm sürecine karşı bazı başka güçleri sorumlu tutmaktadırlar dersek, yanılmayız sanırım.
Tablo bununla sınırlı değil. Yukarıda da değindiğim gibi savaş kızıştıkça AKP kanadı bilhassa son 5-6 yıldır yargı-emniyet ayağında olup biten tüm olumsuzluklardan cemaati sorumlu tutmaya başlamış, hatta Fehmi Koru gibi isimler Ergenekon vb  davalarda sahte delil üretilmiş olabileceğine dikkat çekmişlerdir. Burada da cemaatin kastetildiği ortadadır.
Sunulan manzara bize kabaca şunu gösteriyor. Cemaat, yargı ve emniyet ve devletin kritik makamlarına yerleşerek siyasi iktidardan ayrı ve bağımsız bir güç gibi davranmaya başlamış, siyasi iktidarı sık sık zor durumda bırakmış ve kontrolsüz bir güç haline gelmiştir. Hatta MİT hamlesi ile iktidarı teslim almaya yeltenmiştir. Seçilmiş iktidar da buna karşı koymaktadır. Dolayısıyla yeni bir derin devletimiz daha olmuştur.
Dediğim gibi, bu tablo yanlış sayılmaz. Ama madem bize yeni bir derin devlet ile karşı karşıya olduğumuz söyleniyor, o zaman meseleyi de derin devlet dinamikleri içinde ele almakta fayda var. Böyle yaptığımızda ise yeni ve çok daha geniş bir çerçeve ile karşı karşıya kalacağımız ortadadır. Çünkü esasen derin devlet dediğimiz, devletin bizatihi kendisidir. Derin devlet, kendisine öğretilmiş reflekslerle, ona kazandırılan “gen”lerle harekete geçen bir mekanizmadan başka bir şey değildir.
Bunu demişken ister istemez eski derin devlet hakkında birkaç cümle etmek gerekiyor. Bilhassa 90’lar ve sonrası derin devlet marifetleri ve bu marifetlerin faş edilmesiyle geçti. Hepimiz bu konuda artık bir fikir edinmiş olmalıyız. Bu dönemde bence en dikkat çekici tema, derin devletin sanki ülke dışı, bu topraklara yabancı, uzaydan gelmiş ve bir türlü def edilemez bir varlık gibi sunulmasıydı. Böylece deniyordu ki “Derin devlet kendi kendine zuhur eder, kendine alan açar. Biz bilemeyiz..”

Bu süreçte derin devletin aslında devletin kendisi olduğu hep gözden kaçırıldı. Evet ta kendisiydi çünkü önümüzdeki her örnekte gördüğümüz (G.Doğu’da olup bitenler, siyasi cinayetler, darbeler vs)  devlet içindeki bir ya da birkaç kanadın tam da kendilerinden bekleneni, onlara verilen görevi yapmış olmasıydı. Bu reflekslerle yetişmiş, yetiştirilmişlerdi. Kurucu otorite onlara bu devletin Kürtlere, Ermenilere karşı kurulduğunu öğretmiş, seçilmiş hükümetlerin duruma göre devrilebilir olduğunu belletmişti. Bunun için gayri nizami yollara pekala başvurulabilirdi. Dolayısıyla, ne öğretildiyse onu yapıyorlardı. (Yeri gelmişken Hrant Dink cinayetinin ardındaki  yapının ortaya çıkmamasında da asıl sebep kanımca budur. Devletin tüm kanatları işin içindedir. Çünkü bunu yapmanın başlarına “bela” açmayacağını düşünmekteydiler. Şu ana kadar haksız çıktıkmarını söyleyemeyiz)
AKP  eski derin devleti  tasfiye edip, yeni derin devleti kurarken bunun bir benzerini yaptı. Yeni derin devletle birlikte yeni “refleks”ler saptadılar. Devleti ve rejimi devralan AKP, aynı kurucu otoritenin yaptığı gibi, kimi eski refleksleri de içeren yeni esaslar belirlemiş, devleti ona göre şekillendirmişti. Dolayısıyla “paralel devlet” bugüne kadar her ne yaptıysa, AKP ile beraber yaptı. Bir anlamda, prosedürü yerine getirdi.
Şimdi aynı eski devletin yaptığı gibi (onlar da her yol kazasında derin  devleti işaret ettiler,  böylece kutsal “devlet” zan altında kalmaktan kurtulmuş oluyordu) AKP de her “rutin dışı”na çıkıldığında –bu kez kendi yarattığı- derin devleti işaret etmektedir.  Böylece onlar da “kutsal” AKP devletini zan altında kalmaktan kurtardıklarını düşünmektedirler. Muhtemelen de başarılı olacaklardır. Çünkü eskisinde de yenisinde de “sonuna kadar” gidildiğinde karşılarına çıkan, ‘devlet’ti. Onu yok edemezlerdi. Aynı Ergenekon ve benzer davalarda olduğu gibi..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder