Cuma

Dokunulmazlıklar ve AKP


(agos, 7 aralık 2012)

Açlık grevlerinin Öcalan’ın önerisiyle bitmesiyle yaşanan kısa süreli bahar havası çok çabuk berheva oldu ve Erdoğan’ın ısrarla kaldırmak istediği BDP’li vekillerin dokunulmazlığı için “düğmeye” basıldı. Hiç şüphesiz Kürt Sorunu’nun çözümü açısından geriye doğru bir adımdır bu. Süreç eğer nihayete ererse aynı 1994’te olduğu gibi BDP’li milletvekillerinin polis eşliğinde TBMM’den alınmasına ya da buna benzer sahnelere tanık olabiliriz. Ancak şöyle bir mesele var. Bırakın Kürt sorununda adil bir çözüm isteyen, bekleyen kesimi; kendi partisinin bir kısmını bile ikna edememiş durumda. Bölge milletvekillerinden Galip Ensarioğlu dokunulmazlıkların kalkması yönünde oy vermeyeceğini açıkça beyan etti. Kimi gazetelere göre parti içindeki 16 milletvekili dokunulmazlıkların kaldırılmasına taraftar değil. Durum kritik  bir hal almış olmalı ki AKP’nin  salı günkü toplantısının basına kapalı bölümünde konu ele alındı ve sızan haberlere bakılırsa Erdoğan sadece 10 BDP’linin değil, bekleyen dosyaların (yolsuzluk vs) büyük bir bölümünün inceleneceğini söyledi. Çok sayıda dosyadan bahsediyoruz ve sürecin Mart 2013’e uzaması bekleniyor bu durumda. Kürsülerde gayet kararlı konuşan Erdoğan’ın küçük de olsa parti içindeki direnci ya da konunun anayasal mahzurlarını görünce (parti olarak bir başka partinin dokunulmazlığını kaldırma konusundaki ısrar) meseleyi zamana yaymayı tercih ettiğini düşünebilir miyiz? Evet böyle bir izlenim var ancak fezlekelerin seyrini  ve AKP yönetiminin süreci nasıl yönlendireceğini hala tam olarak bilemiyoruz. (Güçler ayrılığı ilkesi açısından hayli pespaye bir durum bu elbette) Yine de tüm bu süreçte Erdoğan’ın söylemi ve mantığı demokratik hayat açısından yine sorunluydu.
Erdoğan Salı günkü toplantının basına açık bölümünde milletvekillerine ve kamuoyuna seslenirken bu dokunulmazlık adımını “millet adına” atacaklarını söyledi: “Dokunulmazlık fezlekeleri önümüze geldiğinde, vicdanımızla hareket edecek, millet adına kararımızı vereceğiz. Bizim kararımızın ardından eğer dokunulmazlık kalkarsa aynı şekilde yargı, vicdanıyla ve millet adına onlar da karar verecektir...” Konuşmanın başka bir bölümünde de “Yeri geldiği zaman haddini, herkese yine bu Parlamento, parlamento dilinde bildirir. Aksi takdirde yaptıkları yanlarına kar kalır” dedi. Millet adına konuşuyor Erdoğan ve had bildiriyor. Ve “onlar” diye birilerinden bahsediyor, ısrarla. Öncelikle “millet adına” hareket etmenin her dönemde ve her durumda mahzurlu olduğunu söylemek lazım. Her ne kadar yüksek oranda oy alsanız da bir siyasi hamleye “millet adına hareket ediyoruz” diye meşruiyet kazandırmaya çalıştığınız anda bilin ki demokrasinin epey uzağında bir yerdesiniz. Çünkü o millet dediğiniz şey aslında kurgusaldır, büyük ölçüde siyasi olarak tasarlanmış ve siyasi hedefler için bir manivela olarak kullanılmıştır çoğu zaman. Ve  elbette ki millet tek bir kişi imiş gibi konuşmaz, yekpare bir bütün değildir, içinde sürüyle farklı eğilim, farklı insan vardır. Ama milleti tek  bir bütün olarak gören, daha doğrusu öyle sunan ve öyle olmaya “zorlayan” otoriter/sağcı siyasi hareketler vardır. Çok kabaca, iki düzeyde görürüz millet adına konuşanları. Cumhuriyeti kuran kadroda gördüğümüz gibi büyük rejim değişikliklerini gerçekleştirdikten sonra toplumu da dönüştürmeye çalışanlarda ve bir de milliyetçi/faşist/totaliter hareketlerde. İlk örnekte denklem bellidir. Devrimi (ya da “inkılabı”)  gerçekleştiren kadro, bunu toplumun her düzeyine yaymak ister, bu yüzden de sarılacakları en büyük argüman “millet adına” konuşmak, onun adına hareket etmektir. Bu yönüyle otoriter bir özelliği vardır. Bilhassa 1925 sonrasındaki Tek parti yönetiminin bu vasfını artık zaten biliyoruz. Keza “Atatürkçü” darbeler de bu argümanı merkeze koymuşlardır her zaman. İkinci örnek için de Türkiye’nin yakın tarihi açısından çok zorlanacağımızı düşünmüyorum. MHP’nin ve büyük ölçüde Milli Görüş hareketinin de başlıca argümanlarından biridir “millet adına” konuşmak, hareket etmek, “millet buna izin vermeyecektir” demek. Toplumu deyim yerindeyse “düzlemek”, tek bir bütün halinde görmek, ve çoğunluğun doğal, doğuştan gelen özellikleri (Müslümanlık, Türklük) üzerinden diğer gruplar üstünde otorite kurmak isteyenlerin başlıca adresidir, millet. Zaten, adı üstünde millet adına konuşuyorsanız, milliyetçi olmanızdan doğal bir şey yoktur.  Böyle durumlarda sorulacak soru şudur: hangi millet adına? Cevabınız “Türk milleti” ise, ya da tek bir “millet” ise siyasal yelpazedeki yerinizi çoktan almışsınız demektir. Hele ki “onlar” diye bahsettiğiniz bir gruba  had bildirme aşamasına da geldiyseniz..

Peki Erdoğan’ın ya da  çevresindeki danışmanlar grubunun kafasındaki plan ne  olabilir? Fikir yürütebiliriz ancak. Mevcut durumda Erdoğan’ın önünde iki kritik mesele var. Başkanlık sistemi ve Kürt sorunu. Bu ikisinin çözümü için de bazı ön hamleler gerekiyor. Bunlardan biri Başkanlık sistemi ile beraber gelmesini planladığı eyalet sistemi. Ve eyaletlere seçimle gelen vali. Bunun ipuçlarını verdi Erdoğan önceki hafta. Eyaletten bahsetmeden, seçimle gelen valinin mümkün olabileceğini söyledi. Ancak eyalet sisteminin kastedildiği belliydi. Erdoğan siyasal Kürt hareketinin en azından bir kanadının, seçimle gelen bir valinin yöneteceği eyalet sistemine itiraz etmeyeceğini hatta destekleyeceğini hesaplıyor olabilir, bir ihtimal. Dolayısıyla bu, hem Kürt meselesinde hem de çok istediği Başkanlık konusunda eline bir koz verebilir. Ancak bunu kimle yapacak? BDP ile değil, bunu biliyoruz baştan beri. Muhtemelen Öcalan ile. AKP baştan beri Öcalan’ın pazarlık için daha iyi bir partner olduğunu düşündü, BDP ve PKK’ya kıyasla. Zira Öcalan tecrit halindeydi, devletle başbaşa pazarlık etme duygusu ona iyi gelebilirdi ve üstelik bu görüşmeler gizli kapaklı olmaktaydı yani AKP kendi muhafazakar tabanına “PKK ile pazarlık ediyor” manzarası vermiyordu. Zaten hafta içinde Öcalan ile temasın hızlandığı yönünde haberler sızdırdı devlet. Keza Beşir Atalay da “herkesle görüşürüz” mealinde bir laf etti yine. Artık biliyoruz ki Öcalan’ın AKP içindeki kod ismi: “herkes”. Bütün bunlar tesadüf olmasa gerek.
Evdeki hesap bu olabilir. Çarşıya uyar mı? Şahsen zannetmiyorum. İlk olarak siyasal iradenin temsilcilerini böylesine hırpalayarak bir çözüm bulunması “demokratik” değil. Her ne kadar siyasal Kürt hareketi/tabanı Öcalan’ı her şeyin önüne koyuyorsa da kendi oyuyla seçtiği vekillerin bu muameleyi görmesini es geçmeyecektir. BDP’yi Meclis’ten, PKK’lıları da  bu coğrafyadan (silah bırakma şartıyla yurtdışına gitme formülünü hatırlayın) atıp Öcalan ile çözüme oturmak gerçekçi mi? Pek sanmıyorum. Her şeyi bırakın, adil mi? Onu da sanmıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder