Cuma

AKP ve CHP’nin yeni Kürt siyasetinden ne anlamalıyız?


(agos, 14 haziran 2012)

CHP’nin geçtiğimiz hafta “terör sorunu” kod adı altında Kürt Sorunu’nun çözümü için diyalog kurmak amacıyla AKP’yi, daha doğrusu Başbakan Erdoğan’ı  ziyaret etmesi ve bu görüşmenin en azından şimdilik hüsranla sonuçlanmaması, son derece ihtiyatlı bir iyimserlik yaratmış görünüyor. Bu ziyaretin hemen sonrasında Başbakan Erdoğan tarafından Kürtçe’nin seçmeli ders olarak ilan edilmesiyle de görünürde iklim eh, biraz  yumuşamış durumda. Bu iyimser, umutlu havayı elbette ki paylaşmak isterim. Yine de aklıma takılan bazı sorulara hala yanıt aradığımı itiraf etmeliyim. Paylaşıyorum..Sonuçta bizim de işimiz, soru sormak..
-Konuya giriş olarak: Başbakan Erdoğan bilhassa son 1 yıldır her fırsatta “Kürt sorunu diye bir sorun kalmamıştır” demekte.  Son olarak mesela 27 Mayıs’ta aynen şöyle demişti: “PKK sorunu başka, Kürt sorunu başka olay. Artık Kürt sorunu bitmiştir, Kürt vatandaşlarımızın sorunları vardır.” Konuya bakışını bu sözlerle  ilan eden bir siyasi otoritenin atacağı adımları “Kürt Sorunu’nun çözümü” için atılmış adımlar olarak mı kabul etmeliyiz, yoksa Sünni/Türk egemen otoritenin artık soruna sadece başka biçimde bakmaya başladığının göstergesi  olarak mı?
-“Kürt vatandaşların sorunları”ndan kasıt, anlaşıldığı kadarıyla bireysel bazı hakların verilmesi. Kürtçe seçmeli ders de bunların başında geliyor. Anladığımız kadarıyla Kürtçe birçok seçmeli desten biri olarak ikinci 4’ten itibaren okutulacak ve yeterli sayıda  öğrenci sağlanırsa (yaşayan dil ve lehçeler başlığı altında) ders açılacak. Önemli bir adım olduğu ortadadır, küçümsemek doğru olmaz ancak “anadil” gibi çok hayati bir meseleden; ve egemen etnik gruptan/devletten hak  talep eden, geniş bir coğrafyaya yayılmış, ülkedeki ikinci büyük etnik gruptan bahsediyorsak, eğitim konusunda hayli yetersiz bir adımla karşı karşıya olduğumuz ortada değil mi? Bu denklemde bence atılacak doğru adım azınlık okullarındaki uygulamanın benzeri hatta –niçin olmasın?- tıpatıp aynısı  olmalıdır. Anaokuldan itibaren tüm sınıflarda  (ağırlık anadilde olmak üzere) anadil ve Türkçe’nin birlikte okutulması ve bu sistemin isteyenler için lise sona kadar sürmesinden bahsediyorum. Sadece ülkedeki en büyük ikinci etnik grup değil, Çerkesler ve Lazlar da dahil olmak üzere ülkedeki her azınlık/etnik grup bu haktan faydalanabilmeli, devletin eğitimdeki sıkı ve –aşırı- kapsayıcı kontrolü serbest bırakılıp bu tür okullar, bu kapsamdaki azınlıkların kurduğu vakıflara devredilmelidir. Bu önerimi bu sütunlarda daha önce de defalarca ve etraflıca dile getirdiğim için bu parantezi burada kapatıp sorularımıza geri dönelim derim..

-Sadece bireysel hakların teslim edilmesi (daha doğrusu bu örnekte görüldüğü gibi “bahşedilmesi”yle) Kürt sorunun çözülmesi mümkün müdür? Bu derece siyasallaşmış ve bedel ödemiş bir kadro, kuşak ve seçmen varken bu ne derece mümkündür? Siyasal Kürt hareketinin seçtiği milletvekilleri, belediye başkanları, il genel meclisi üyeleri ve parti çalışanlarından binlerce kişi cezaevindeyken bu tip bireysel hak adımları, ne derece tatmin edici olacaktır?
-Bu soruyla bağlantılı olarak şunu sormak gerekiyor: AKP’nin zaten kafasında bir çözüm modeli, daha doğrusu çözüm demeyelim de uygulama modeli  var, bu belli. Nedir derseniz BDP’yi iyice marjinalleştirmek, meşru siyasal alanın dışına itmek ve az önce bahsettiğim adımlarla yavaş yavaş BDP’nin zeminini zayıflatmak. CHP’nin tam da böyle bir zamanda ortaya çıkması olsa olsa AKP’nin elini güçlendirir ama CHP’nin işine yarar mı, emin değilim. AKP zira bu süreçte MHP ve BDP’yi yalnızlaştırıp siyasi alanın dışına iterek (gerek adli/polisiye operasyonlarla gerekse kürsüde dile getirdiği argümanlar/mugalatalarla) içeriği çok dolu olmasa da hayli ses getirecek adımlar atma peşindedir. PKK hakkında da bir çalışma içinde olduğu da Beşir Atalay’ın geçen haftaki sözlerinden ve Talabani’nin adımlarından anlaşılıyor. Özetle AKP’nin kafasında zaten uygulamaya konmuş bir plan var. Peki CHP’nin kafasında ne var?
-Elimizde çok fazla veri yok. Akil adamlar komisyonu, Toplumsal mutabakat komisyonu gibi öneriler var. Bu komisyonlar toplanıp çözüm üretecek. Adres olarak TBMM gösteriliyor, bu noktada ısrar edilmesi öneriliyor. Elbette kağıt üzerinde son derece iyimser, olumlu öneriler, MHP’nin kapıları kapatması da şu aşamada kimsenin canını sıkmıyor, tersine genel olarak “daha kolay bir çözüm bulunabilir” görüşü öne çıkıyor. Fakat burada CHP açısından şöyle bir açmaz ile karşı karşıya kalınabilir. Yukarıda AKP’nin zaten –beğenilsin beğenilmesin- bir eylem planı bulunduğuna dikkat çektik. Bu durumda CHP’nin işlevi,
a)  BDP’yi ve siyasal Kürt hareketini köşeye sıkıştıran bu eylem planını meşrulaştırmak mı olacak? Zira AKP bir yandan kendi planını uygularken bir yanda da “işte ana muhalefet benimle birlikte, MHP ve BDP istediği kadar sürecin dışında kalsın” diyerek bu plana bir toplumsal mutabakat zemini kazandıracağının ipuçlarını vermektedir. Dolayısıyla CHP’nin beklenmedik bir şekilde sahneye çıkışıyla AKP’nin eli iyice rahatlamıştır ve bu senaryoda “çözüm” denen, aslına bakılırsa ülkedeki iki egemen ideolojinin (Kemalizm ve muhafazakarlık) Kürtleri katmadan Kürt sorununu halletmeye çalışması anlamına gelebilir.

b) Yoksa CHP, AKP’nin “bireysel hak bahşedip/siyasal Kürt hareketini geriletmeye” dayalı politikalarını daha geniş bir perspektiften eleştirme ve daha derinlemesine bir çözüm için teşvik etmeye dayalı bir hareket hattı mı geliştirilecek? Öyle ya,  Siyasal Kürt hareketinin meşru temsilcileri bu derece baskı altına alınmışken CHP hiç ses çıkarmayacak mıdır? Bu cephede olup bitenler Kürt sorunun parçası değil midir? BDP ile bugüne kadar hiç temas kurulmayışının makul bir gerekçesi var mıdır? Bu soruların cevapları bence CHP’nin geleceği açısından da kritik önemdedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder