Salı

Yeni anayasa ve eğitim sisteminde çoğulculuk..

(agos, 13 nisan 2012)

Geçen hafta yeni anayasa çalışmalarında umut ve süreç devam etmesine rağmen 4+4+4 yasasının yapılış ve TBMM’den geçiriliş şeklinin (AKP dışında kalan çevreler için) biraz umut kırıcı olduğunu söylemiş ve birkaç noktatan kabaca bahsedip, devamını bu haftaya bırakmıştım. Devam edelim, dolayısıyla..
Yapılış şeklindeki “zorlayıcılık” artık malumdur ve bu konuda epey makale tartışma olmuştur, o konuya artık girmiyorum. Girebileceğim kısmı ise “dini” bir konu olduğundan,  tartışma yapmak zor. İlk  önce karşımıza dikilen engel budur.  Oy desteği  olan bir parti bu konuyu gündeme getirdiğinde prensip olarak karşı çıkmasanız ama birkaç noktasına itiraz etseniz bile tartışmak zor oluyor.  Zira doğrudan “İslam karşıtı” olarak algılanabiliyorsunuz. Bunu bir kere aklımızda tutalım. Ben bunu hatırlatmakla birlikte en az bunun kadar önemli bir noktaya daha değinmek istiyorum. Kur’an ve  “Peygamberimizin hayatı” olarak isimlendirilen Hz. Muhammed’in hayatı derslerinin seçmeli de olsa müfredata girmesi. Bu konunun laik, Alevi ve gayrimüslim çevrelerin zihninde bir soru işareti doğurduğu açık. Beri yandan sivil iradenin böyle bir talebi varsa ve bu talep yüzde 50 oy almış bir iktidar partisi tarafından uygulanmak isteniyorsa, ne yapılabilir? Özellikle de  hem “milli irade bunu istiyor” argümanı arkasında rastlanabilen “çoğunluk baskısı”na meydan vermeden, hem de kerameti kendinden menkul bir pozisyondan konuşup toplum iradesine ket vurmaya çalışmadan. Geçen haftaki yazıda da bu konuda izlenebilecek yola değinmiştim. Türkiye bunu kendi kendine bulmuş zaten, uzaklara gitmeye gerek yok. İmam Hatip liseleri, daha doğrusu ikili eğitim sistemi bu konuda uygun bir çözüm olabilir. Yani 28 Şubat’çıların yaptığını tersine imam hatip liselerini düz liselerle denk bir konuma getirilip, bunlara ilk öğretim sınıfları da eklenebilir. Düz liseler ise böylesine dini bir yüklenmeye tabi olmadan ,hatta mevcut durumda zorunlu olarak okutulan din ve ahlak bilgisi dersi hayli revize edilip, tüm dinleri içerecek biçimde yenilenerek yoluna devam edebilir.  Bu formülde muhtemelen birçok pürüz  keşfedilecektir. İşte tevhid-i  tedrisat ilkesi bozulacak mı, imam hatip liselerinde küçücük kızlar ve erkekler ayrı sınıflarda mı okuyacak, kızlar başörtüsü mü takacak, gibi. Bunlar çözülebilecek ve ağırlıklı olarak muhataplarını ilgilendirecek konulardır. Ve mevcut durumda filli işleyiş zaten buna yakın bi durumda cereyan etmek üzere.

Burada benim üzerinde durduğum konu çocuklara bu kadar yüklenmemek ve toplumun öyle büyük meselelerini ilk ve orta okullardaki dersler marifetiyle çözmeye çalışmamak şeklinde. Bu toplumda Aleviler var, Kürtler var, gayrimüslimler var. Bir de çoğunluk olan Sünniler var. Çoğunluk dışında kalan ve bugüne kadar yeraltına itilen grupların talepleri var. Ve evet kamusal hayattan bugüne kadar itilen Sünnilerin de talepleri var. Peki ne yapacağız?  Bu toprakların çoğulluğunu yine es geçip, çoğunluğun taleplerini yeni ve değişmez bir “resmi görüş” haline getirip çocuklara mı dayatacağız? Koca Türkiye’nin devasa meselelerini; din derslerine göstermelik bir şekilde Aleviliği de katarak (ki ne dozda/şekilde katılacağı ayrı bir tartışma konusu olacaktır)  Hıristiyanlığı da katarak (ki yine ne şekilde ve ne dozda katılacağı ayrı bir tartışma konusu olacaktır) Sünni/dindarlar için ekstra çoğaltılmış dersler koyarak ve Kürtleri hiç katmayarak çözmemiz mümkün mü? Bu meseleler ortaokulda çözülür mü dersiniz?
Tekrar ikili sistem formülünü gelelim dolayısıyla. Bu “eğitim tekliğini bozuyor” gibi itirazlara rağmen sadece Sünnilerin  değil, Alevilerin ve Kürtlerin de problemlerini büyük ölçüde çözebilecek bir formül olabilir. Yani imam hatip okulları “sistemini” çoğaltıp Aleviler ve Kürtlerin de kendi liselerini kurabilecekleri  ve bunların hepsinin Milli Eğitim Bakanlığı’nca bir şekilde denetleneceği  çoklu bir sistemden bahsediyorum. Elbette ki düz liseler kalmak şartıyla. Ve bu düz liselerin eğitim kalitesini A’dan Z’ye değiştirmek, iyileştirmek şartıyla. Böylece hem Türkiye’yi oluşturan toplumsal grupların talepleri en azından eğitim ve anadil düzeyinde karşılık bulmuş olacak, hem de düz liselerin iyileştirilerek korunmasıyla insanlara “seçme hakkı/özgürlüğü” verilmiş olacaktır. Doğrudur, devletçi çevrelerin önem verdiği “tevhid-i tedrisat” sistemi görünürde dağılmış olsa da hem toplumun yapısına daha uygun bir formül bulunacak hem de zaten hızlanan “zihinlerdeki kopuş”u durdurmak için önemli bir adım atılmış olacaktır.  Lafı aslında bu kadar uzatmaya da gerek yok, azınlık okulları için uygulanan tedrisat ve idari formülün birkaç revizyonla Sünniler de dahil olmak üzere tüm Türkiye’ye yayılmasını öneriyorum.
Bunun yeni Anayasa ile ne ilgisi var? Esasen bir ilgisi var. Çünkü 4+4+4’deki AKP tavrı; “çoğunluğun” talepleri için gerekirse dağlar bile delinirken başlıca özellikleri –yapıları gereği- tek bir partide birleşememek olan devasa azınlığın taleplerine kulakların kapandığını gösteriyor. Yeni  Anayasa’da da bu tavrın  geçerli olmasından korkarım. Zira (abartarak söylüyorum) şöyle bir anlayış var: Türkiye’de her kim yaşıyorsa bunların hepsini Anayasa’ya yazalım, meele çözülsün. Çocuklara ne yapıyorsak Anayasa’ya da aynısını yapmak üzereyiz sanki.  Oysa anayasa böyle bir “Türkiye’nin çoğulluğundan kaynaklanan tüm sorunları çözecek” bir metin olmamalı, olamaz da zaten. Anayasa aynı düz liseler gibi bu konularda genel –demokratik ve çoğulcu- ilkeleri belirleyen ama olabildiğince nötr bir metin olabilir. Kalan kısmı ise toplumun kendi içinde bulacağı çözümlerle hayat bulabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder