Cuma

Ola ola, yeni bir sis perdemiz mi oldu?

(agos, 10 ocak 2012)
Çok eskiden değil, 1990’lardan bahsedeceğim. Çetin Emeç’in, Uğur Mumcu’nun, Muammer Aksoy’un peşpeşe öldürüldüğü yıllardan. Hafızalarımızda tazedir. Bu cinayetler bir süre “fail-i meçhul” olarak kalmış, sonra bazı failler bulunmuş, bazı bağlantılar tespit edilmiş, failler mahkum olmuş, bazı kilit isimler bulunamamıştı. Ancak tabii ki kamuoyu “cinayetlerin arkasında kim var?” sorusunun yanıtını merak etmekteydi. O vakitler devlet bize hep “İran” dedi. Kah bunu ismi belirsiz bir istihbaratçı olarak söyledi, kah ismi cismi belli bir hükümet ya da devlet yetkilisi kaşıyla gözüyle İran’ı gösterek söyledi, kah açık açık “komşu ülkelerimiz” suçlandı. Cinayetlerin arkasında İran vardı yani. Bu mesela hem iddianamede hem da karar hükümlerinde vardır.  Kastedilen İran devleti içinde bir kanatın bu işlerden sorumlu olduğu.  Ama tam olarak ispatlanamıyordu. Öte yandan devlet içinden iyi haber alan birçok gazeteci ya da eski istihrabatçı, bu cinayetlerin  bizim devletle de bağlantılı olabileceğini söylemekteydiler. Doğrusu bu tezler kamuoyuna daha  inandırıcı gelmekteydi, çünkü öncelikle devletimizin böyle bir geleneği vardı, kimbilir bu isimler hangi devlet içi hesaplaşmalara kurban gitmişti ve üstelik tam tersi senaryoda bir mantıksızlık vardı çünkü devlet madem bu cinayetlerin arkasında İran’ın olduğuna inanıyordu, o vakit bu ülkeye karşı çok sert yaptırımlara gitmemiz lazımdı. Öyle ya, bir devlet elini kolunu sallayarak bu ülkede üstelik bir de değil, peşpeşe birçok cinayet  işleyecek, bizim istihbarat servisleri uyuyacak, iş bunla da kalmayacak sonra bu ülkenin işin arkasında olduğu ortaya çıkmasına rağmen, biz bu ülke ile ciddi bir sorun yaşamayacağız. (Hatırladığım kadarıyla sadece büyükelçi persona non grata ilan edildi. Daha ileri bir tepki gösterilmedi) Burada bir mantıksızlık vardı.
Özetle biz o yıllarda bir sis perdesinin önünde yaşadık. O zamanki devlet ve hükümet kombinezonları içinde ne olduğunu bilemiyorduk. Yıllar sonra o zamanların etkili isimlerinden  Mehmet Ağar, Mumcu ailesine “tuğlayı çekersem duvar  yıkılır” demişti. “Çekin o zaman” denince de “çekemem” yanıtı vermişti. Yıllardır bu duvarla yaşıyoruz. Kimse çekmiyor.
Gelelim günümüze. Önümüzde bir Ergenekon davası ve Hrant cinayeti var.
Hrant öldürüldüğünden beri devlet içindeki bu  yapılanmanın cinayetle ilgili olabileceği yönünde epey ipucu birikmiş vaziyette. Fakat, Ergenekon  soruşturmasını yürüten ve neredeyse son ferdine kadar bu örgütü hapse tıkan ekibin de Hrant cinayetinde sütten çıkma ak kaşık olmadığını biliyoruz. İhbarların, kayıtların, görüntülerin labirentlerde kaybolduğunu;  azmettirici olmakla suçlanan, ancak mahkeme sonunda “istihbarat elemanı”  olduğu gerekçesiyle beraat eden Erhan  Tuncel’in ne ilginçtir ki  Ergenekon’u soruşturan ekipten Ramazan Akyürek’in girişimiyle vakti zamanında “suçlu” iken istihbarat elamanı haline getirildiğini de biliyoruz. Bu konuda çok sayıda başka detay da var .  (bkz: http://www.hranticinadaleticin.com/tr/basinAciklamasi.php )
Şu durumda, nedir peki mevcut tablo? Konunun bilirkişisi haline gelen Erhan Tuncel gazetelerde televizyonlarda her gün dolaşıp, “Cinayeti Ergenekon işledi, diğer kanadın dahli yok” demekte. Bilhassa  Hükümete yakın gazetelerdeki köşe yazarları “Cinayet Ergenekon işi, kesin, diğer kanadı eşeleyip durmayın” diye net hüküm vermekte. Hükümet üyeleri de genel olarak Ergenekon’u  adres göstermekte. Mahkeme safhasına dönersek savcı da bildiğiniz gibi “Ergenekon yaptı ama ispatlayamıyorum” demekteydi. Evet, şunu zaten büyük ölçüde biliyoruz: Ergenekon’la bu cinayet arasında ama kalın ama ince,  bir bağ var. Mesle şu: O bağ nerede? Savcısıyla, “istihbarat elemanıyla”, bakanıyla, köşe yazarıyla tüm bir hükümet ve devlet, bize  “Ergenekon canım,her şey ortada,  ispata ne gerek var?” diyorsa, bir dakika durmalıyız.
Durmalıyız çünkü, Ergenekon çetesinin neredeyse tüm elemanları hapistedir.  Yani devletin, savcının sorgulamak isteyip de ulaşamayacağı bir tek kişi bile –neredeyse- yoktur.  Herkes elinin altındadır. Savcılık isterse Trabzon Emniyeti’ni, jandarmasını, herkesi sorgulayabilir. Nihayetinde bu ülkenin savcıları eski Genelkurmay Başkanlarını, kuvvet  komutanlarını sorgulayabiliyor. Bu donanımdayız. Fakat bunların hiçbiri yapılmadı. Yapılacak mı, bilmiyoruz. Sanmıyoruz. Bize ısrarla o yapının tek bir yüzü gösteriliyor, oraya bakın deniyor. “Evet doğru ama bu iş daha büyük, sadece o değil, koca bir mekanizmadan bahsediyoruz ve bu mekanizmanın üstüne gidilmiyor, bu olmazsa bu cinayet çözülmüş olmaz” dediğimiz zaman da “Ne yani Ergenekoncuların ekmeğine yağ mı sürüyorsunuz?” deniyor.
Bu durumda şunu sormak hakkımız: devlet ve hükümet bize yeni bir sis perdesi mi çekiyor? Hükümet’in işine gelmeyen, beğenmediği her konu bu sis perdesinin arkasına mı atılacak? Bu sis perdesinin arkasında bazı kirli hesaplar mı görülecek? Bazı “karanlık” isimlerin hapisten çıkar çıkmaz kanal kanal gezmesi ve neredeyse hükümet sözcüsü gibi konuşmasını ne yapacağız? Sineye mi çekeceğiz? Artık soru sormaktan vazgeçip, soruları Erhan Tuncel’e mi bırakacağız? Bizden bu mu isteniyor? Yeni bir duvar örülüyor, örüldü bile. Bunu görüyoruz. Talebimiz basit. O duvardaki tuğlaları çekecek cesur birilerini arıyoruz.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder