Pazartesi

Egemen dediğimiz, kim ola ki?

(agos, 30 haziran 2011)
Mevcut durum itibariyle DTP’li/Bağımsız Hatip Dicle’nin milletvekililği düşürülmüş durumda, KCK davasından tutuklu olarak yargılanan 5 DTP’li/Bağımsız’a tahliye izni verilmedi, CHP listelerinden seçilen Ergenekon davası tutukluları Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal’a da  tahliye izni verilmedi ve yine MHP listelerinden yine Ergenekon tutuklusu Engin Alan da tahliye olamadı. Bu krizi kimin çıkardığı, bu isimleri listeye koymanın doğru olup olmadığı uzunca bir tartışma konusu. Ama kesin olan şu: ortada bir temsiliyet krizi var.
Ve peşine gelen soru: bu kriz nasıl çözülür? BDP’lilerin ve Kürt siyasi hareketinin çektiği onca sıkıntı, aldatılmışlık, baskı, şiddet, gaz bombaları ortada dururken benim böyle bir çıkış yapmam yersiz kaçabilir ama şunu savunmaktan kendimi alamıyorum: Temel olarak, Meclis zemini terk etmemek gerekir. Hatta Süleyman Demirel gibi, mevcut siyaset erbabı gibi konuşmayı  bile göze alarak şunu söylüyorum: Meclis’i işletmek gerekir. Meclis konuşmalı. Zira Meclis konuşmazsa başkaları konuşuyor. Polis konuşuyor, yargıya yön verenler konuşuyor, darbeci yargıçlar konuşuyor, cemaat konuşuyor, her türlü hesabı olan konuşuyor. Bu dediğim şüphesi z genel çerçeve. Kısa vadede ise -çelişki gibi görünebilir ama- BDP’nin boykot kararını tabii ki de meşru buluyorum. Zira krizden çıkış için “egemenleri” adım atmaya zorlamak gerekiyor.  Bu “egemen” konusuna tekrar döneceğiz.

Hatip Dicle vakası ile başlayalım. Şu ayan beyan ortada: Yüzde 50 oya sahip, emniyete hakim, TSK’yı temizlemiş, Yargıtay , Danıştay ve Anayasa Mahkemesi başkanlıklarında kendine yakın isimler bulunan, iş dünyasını,  medyayı sindirmiş bir iktidar var. Ve YSK’dan gelen Hatip Dicle kararı. Karmaşık hukuki  sürecin ayrıntılarına girmiyorum ama AKP’nin bu durumdan rahatsız olduğu yönünde bir ipucu yok. Hatta krizin ikinci gününde AKP adına basın toplantısı düzenleyen Bekir Bozdağ’ın açıklamalarına göre yargısal bir süreç söz konusu, yapacak bir şey yok. Bozdağ’ın  bu basın toplantısını Arınç’ın “2002’deki gibi bir formül bulunabilir” (Erdoğan’ın vekil olması için yapılan anayasa değişikliğini anımsatıyor) açıklamasının üzerine düzenlediğini  de ekleyelim. Yani o dakikalarda kulislerde “AKP acaba kapıyı aralık mı bırakıyor?” algısı güçlenmişti. Muhtemelen AKP yönetimi bu algıya bile tahammül edemedi. Erdoğan’ın “Başka aday mı bulamadılar?” dediği  bu ortamda süreç artık kamuoyu algısı açısından AKP’nin aleyhine işleyince; her zaman olduğu gibi  AKP yanlısı liberal kanat “YSK AKP’nin altını oyuyor”  teorisini ortaya attı. Sanki ilk gün AKP Arınç’ın çizgisini hayata geçirse,  kıyamet kopacakmış gibi. Bu kesimde belli ki yargı ve devlet kanadında en küçük makam bile AKP’lileşmedikçe “altımızı oyuyorlar” paranoyası ve mazereti bitmeyecek.  AKP’yi zor durumda bırakan her tür gelişme klasik devletin bir hamlesi olarak değerlendirilecek. Peki klasik devlet bu tür adımlar atmıyor mu? Atıyor. Ancak manzaraya baktığımızda bu tip kararlar önce AKP tarafından sakıncalı bulunmuyor. AKP bu kararlarla cepheden yüzleşmiyor. Kaçınıyor. Ne zaman ki bu kararların sonucu  AKP’nin “egemen”liğini tehdit etmeye başlıyor, işte o zaman başlanıyor “işte bunları devlet  yapıyor” denmeye. Bu arada AKP’ye bağlı polis BDP’lileri her fırsatta gaza boğuyormuş, solcu öğrenciler tiyatrovari yargılamalarla yıllardır içeride tutuluyormuş, mesele değil.
Bilindiği gibi iş sadece Dicle ile sınırlı kalmadı ve Ergenekon davasından yargılanan hüküm giymemiş tutuklu vekiller ile KCK davasından yargılanan hüküm giymemiş tutuklu vekiller de mahkeme kararlarıyla serbest bırakılmadı. AKP ve çevresi  “yargının işi, biz ne yapalım” diye kenara çekiliyor ama sonuçta iş, çok açık bir biçimde dönüp dolaşıp AKP’ye geliyor.  Bir ihtimal perde arkasından krizi çözmek için heyetler görüşüyor, bir alışveriş sürüyordur. Ancak tekrarlayalım: AKP’nin bu tür her gelişmede ısrarla  “egemenlerin” diliyle konuşmasında devasa bir problem yok mu? Bence var. Böylece meselenin bam teline geliyoruz. Egemen kim?
Carlı Schmittt’in pek meşhur lafı vardır. “Siyasi İlahiyat” kitabının ilk cümlesi. “Egemen, olağanüstü hale karar verendir” der.  (1)AKP çevresinin de bir zamanlar çok sevdiği bu düstura bakılırsa yakın zamana  kadar egemen, gerçekten de TSK idi, yargı idi. Fakat referandum sonrasını kendimize milat olarak alırsak bu düstur gereğince artık egemen’in AKP olduğunu söyleyebiliriz.  Bunun için olağanüstü hal ilan etmesine gerek yok. Schmitt de zaten girişteki sözünü ilerleyen satırlarda şöyle açar: “Genel olarak soyut bir kavram hakkında tartışmaya girişilmeyecektir. (...) Tartışılan somut uygulamadır,  yani bir anlaşmazlık durumunda kamusal çıkarı veya devletin çıkarını, kamu güvenliği ve düzenini ve le salut public’i (kamusal selamet) vb.neyin oluşturduğuna kimin karar vereceği gibi..”
Kamusal selameti neyin oluşturduğuna kimin verdiğini söylememe gerek var mı, artık? Yine de mevcut denklemin bir kez daha altını çizen anlamlı bir durum var ortada. Statüko ile gayet uyumlu bir AKP. Ve AKP dışında kalan her partinin/siyasi akımın yargı tarafından sindirildiği, bastırıldığı bir siyasi denge. Denebilir ki “kendileri istedi.” Basitçe bakarsak böyle ama TBMM’ye girenlerin tümünün halk tarafından meşru bir seçimde seçildiğini görmeliyiz.  Ve bence en önemlisi: paradoksal bir biçimde artık sistem ile sorun yaşayan CHP’dir, MHP’dir. İlginç bir denklem, özetle. Önümüzdeki günlerde belli ki bu konuya devam edeceğiz.

(1)    (1) Siyasi İlahiyat, Carl Schmitt, Dost yayınları, 2005, Ankara.Schmitt esasen “sağ” dünyanın hukuk ve siyaset düşünürü olmakla birlikte yayınevinin sunuşundaki ifadeyle “Muhalifleri nezdinde de saygın bir yeri olan aykırı düşünürdür, parlak zekası nedeniyle birçok yazar tarafından ‘çağımızın Hobbes’u  olarak nitelendirilmiştir..”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder