Pazartesi

Helalleşme değil, muhasebe..

(agos, 23 haziran 2011)
Büyücek, çok katlı bir apartmanda oturduğunuzu düşünün. Yöneticiliği 8-9 yıldır aynı kişi yapıyor. Eh, işler yürüyor, çöpler toplanıyor, temizlik yapılıyor, daha önceki yönetici emekli albayın zulmünden kurtulduk  vs ama bu yönetici epey asabi. Epey destekçisi var, rakiplerini hem oy oranıyla hem azarlayıcı ses tonuyla hem  de yandaşlarıyla sindiriyor. İyi bir istihbarat ağı var kendine bağlı, apartmanda olan ve “olmayan” onlardan soruluyor. Evet işler yürüyor ama solcu komşunuz pek rahat değil, eve giren çıkana karışılıyor, apartmandan yeni atıldı. Dul kadın komşunuz da pek rahat  değil, keza Ermeni komşunuz tedirgin, balkondaki heykel daha yeni apartman yönetimi kararıyla söküldü, Alevi komşular da canlarına kasıt yoksa da olur olmaz “Ooo Alevi komşularımız nasıllar” denmesinden rahatsız. Kürt komşularınıza da boyuna terörist gözüyle bakılıyor, çok sayıda komşunuz PKK’lı diyerek apartmandan atıldı, balkonda içki içmek  filan da gitgide zorlaşıyor. İşte bu apartmanda  yeniden seçim yapıldı. Ve seçimi yine büyük çoğunlukla  aynı şahıs kazandı. Fakat seçim süreci hayli sert geçti, Aleviler, Kürtler, solcular yönetim tarafından hakaretlere uğradılar, bilhassa solcular dövüldü. Neyse seçim sonrası tekrar seçilen yöneticimiz balkona çıkıp ne derse beğenirsiniz? Kırdıkları üzdükleri varsa helallik istiyormuş. Sonra da olur olmaz herkese açtığı davaları geri çekti. Yöneticinin yandaşları şimdi bu tavrı alkışlamanızı istiyor.

Doğrusu bu tavrı alkışlamak zor. Büyük bir sindirme harekatından sonra gelen yüzde 50’lik oy oranı iktidar için bir rahatlama sağlıyor ama sindirilenler  için hayat o kadar da şen şakrak değil. Erdoğan’ın hellalik istemesi ve davaları geri çekmesi işin doğrusu demokratik bir ülkede rastlanmaması gereken bir durum. Davalardan başlayacak olursak. Bunların seçim sonrasında geri çekilmesi çoğunun,hatta hepsinin gözdağı vermek amacıyla açıldığını gösteriyor. Bir Başbakan’ın bu kadar çok dava açması zaten başlı başına bir meseledir. Böyle süreçlerde yargının tarafsız davranmasını beklemek zordur. Bilhassa % 50 oya sahip bir Başbakan varsa, davacı tarafında. Fakat yine de madem bu yola gidilmiş, davaların sonuçlanmasını beklemek daha doğru olabilir, hukuk açısından. Öteki türlü  hukuk ile padişahın keyfinin kahyası arası bir sistemimiz olur ki , bunu sanıyorum libarel kesim de istemez.
Gelelim helalleşme meselesine. Burada da demokratik ilkeler açısından büyükçe bir pürüz var. Önce ilkesel olarak: mağdur edenin, sindirenin, istediği sonucu alınca, meseleyi İslami-geleneksel bir havaya sokarak “Helal edin” demesi , durumu eşitlemiyor. Helallik bilindiği gibi, biri öldüğünde mesela, geride kalanlardan istenebilir. Şahıs ölmüş artık. Varsa bir davan, kırgınlığın, helal et. Hala kin gütmenin bir alemi yok, çünkü o artık bu alemde değil. Ya da biri gidiyordur, uzak yerlere, artık görüşmeyeceksinizdir, büyük ihtimalle. Orada da giden, kalanlardan hellalik isteyebilir, çünkü gidişin sonunda ne olacağı belli değildir. Ya da, söyletmeyin beni, adam operasyona gidiyordur, tehlikeli bir iştir,  sonunda ölüm vardır, helallik ister. Son olarak: bir de bazen taksiciler bize küçük bir küsurat bağışlarlar, almazlar, diyelim 1 TL. “Helal abi” derler, biz de gönül rahatlığıyla taksiden ineriz. Erdoğan’ın durumu bunlardan hangisine uyuyor allahaşkına? Hiçbirine. Aleni olarak manevi bir baskı var burada, sindirilenlereyönelik. Ve konu dini mahiyet de kazandığı için “helal etmiyoruz” demeyi de zorlaştırıyor. Özetle burada da medeni hukuk’tan çıkıp İslami/geleneksel hukuk’un alanına giriyoruz. En başta buna itiraz etmek gerekir. Ve bu mevzuda asıl can alıcı konu:  Helalik değil de aslında muhasebe eksikliği var, bu topraklarda.
Hep bahsederiz, suçumuzu, kabahatimizi, hatamızı inkar üzerine kurulu bir kültürümüz var diye. İşte bu helallik meselesini de bence bu çerçevede görmek lazım. Çünkü bu olayda a)Başbakan Erdoğan bazı kusurlar ,kabahatler işlediğini biliyor b) Fakat bunların ne olduğunu söylemiyor, özür de dilemiyor, kendi içinde bir hesaplaşma yapmış mı yapmamış mı belli değil. Sadece tek taraflı bir taleple ortaya çıkıp helallik istiyor. Ben mesela burada şöyle bir tutumu tercih ederdim: Tamam kardeşim, illa özür dilemesi şart değil ama hangi davranışlarından ötürü bunu yapma ihtiyacı hissetiğini şöyle bir sayıp döksün. İşte “Şunlara şunu söyledim, şık olmadı, şunlara şunu yaptım doğru değil” gibi. Daha da somutlaştırırsak, “Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğini öne çıkarıp durmam, medya mensuplarına sert davranmam, baskı altına almam, kimilerine namert demem, Hopa’da ölen vatandaşımızın arkasından olur olmaz konuşmam, Kürtlerin meşru temsilcilerini  aynı bir zamanlar Genelkurmay’ın yaptığı gibi kriminalize etmem, MHP’lilerin düştüğü zayıf durumdan yararlanmam...vs, vs....Doğru değildi...”
Sizce bunu Türkiye’de bir Başbakan yapar mı? Bir Başbakan’ı geçtim, Erdoğan yapar mı? Gerçekçi olmak gerekirse hayır. Bırakın Başbakan’ı, Türkiye’de, daha doğrusu bu topraklarda entipüften dahi olsa herhangi bir iktidar sahibi yapmaz.  İktidar kavramı, kurumu ile alakalı bir durum bu. Taviz vermezler. Hatalarını kabul etmezler.
Dolayasıyla: iktidar demişken. Bildiğimiz Hükümet olarak algılamayalım bunu. Muhalefet de bunun içinde. Az önce her türlü iktidar sahibi demiştim. Kastettiğim muhalefet partisi liderliğini  de kapsıyor. Zira o makam da bir iktidar makamıdır. Ve mesala bu “muhasebe/ifşaat” işinden CHP de sıyrılamaz. Helallik istemediği için mevzudan yırtar gibi görünüyor ama aslına bakılırsa Kılıçdaroğlu’nun seçim öncesinde Diyarbakır’da yapması gereken bir muhasebeydi. CHP’nin ve onun  temsil ettiği çizginin hiç olmazsa 1980’den sonra, bilhassa da 2000’lerde yediği haltları bir bir anlatsaydı. Ve hadi özrü geçtim –ki dilemek gerek- “Doğru değildi..” deseydi.  Gayet samimi ve “değişiyoruz” laflarını havada bırakmayacak bir çıkış olurdu. Yapmadı. Herhalde yapmayacak da.
İktidar demişken. Bir gazete yönetmek de iktidardır. Genel yayın yönetmenleri bu ülkede hayli geniş bir iktidar gücüne sahipti(r)ler. Ve Hürriyet gazetesi, geçtiğimiz yıllarda Hrant Dink de dahil olmak üzere çok sayıda kişinin, grubun  canını yakmıştır. O zamanki genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, Hükümet’in canını sıktığı için görevden uzaklaştırılmış durumda. Ve adını koymadan bir nevi nedamet turları düzenliyor  son günlerde. Hatta bir ara bizim cemaatin okullarına bile uğramışlığı var. Ama biz son fasla odaklanalım. Yolu Paris’e düşmüşken  Ahmet Kaya’nın mezarını ziyaret etmiş. Ve belli ki Erdoğan’a özenerek kendince bir nevi helallik istemiş. Tabii bir ifşaat yok. Her şey kendi içinde olup bitmiş. Bir deAhmet Kaya biliyormuş söylediklerini. Yersen. Ahmet Kaya’yı linç eden güruhun en önlerinde bir yerdeydi Hürriyet. Dolayısıyla Özkök’ten de beklediğimiz olup bitenleri bir bir sayıp ...”Doğru değildi” demesi.  Özetle Helallik değil ifşaat lazım bu topraklara. Öyle arınabiliriz ancak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder